Merhabalar herkese,
uzun zamandır yazamıyorum bloğuma. Ama yazmaya tabi ki devam ediyorum. Bazen zihnimin satırlarına bazen sarı kapaklı defterime bazen de sosyal mecralara.Neden peki bugün buradayım? Hemen açıklıyorum;
Biliyorsunuz 2-8 Kasım Lösemili Çocuklar Haftası.Bana ulaşmış olan ve hayatımda okuduğum en özel iki yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum. Açıkçası Burak- Gökhan ve Lösemi hastalığını yenmiş ve kesinlikle yeneceğine inandığım tanıdığım tanımadığım Lösemi hastası tüm kardeşlerim ve arkadaşlarım için buradayım.
Biz Pekiyigiler, Formeo ve Fitiz ailesi olarak okuduk. Lütfen siz de okuyun ve paylaşın. Ha bir de unutmadan; maskelerine değil gözlerine bakın. Çünkü güç ve samimiyet gözlerden geçer. Sevgili Burak ve Gökhan kalbim ve elimden gelen herşey sizler için. Yolunuz ışıkla, sağlıkla ve başarıyla dolsun.
Mira bugün rengarenk bir kalp yaptı ve bu kalp Lösemili çocukların kalbi dedi.
'Adım Burak Marakçı, 19 yaşındayım ve aşağıda ki mektubu size yazdım, okumanızı rica ederim.
Söz konusu LÖSEV ve çocukluğumun soğuk gecelerini geçirdiğim lösemi olunca kalemim buruk bir sevinçle karşılaşıyor bu satırları. Yıllarca tanı konulması için uğraştığım bu hastalık ile 12 yaşında tanıştım. Çocuktum tabii ki.
Hastalığı gülümseyerek karşılamıştım ilk önce. Hatta saçımı sadece sıfıra vuracaklar sanırdım. Bilmezdim hayatımın bu derece değişeceğini. Küçücük bir odadaydım, yanıma özel kıyafetlerle girebiliyordu babam. Penceresi sağlık koşullarından dolayı açılmıyordu, oysaki gökyüzünün mavisini çok severdim. Artık gün dolmuyordu penceremden. Anestezi ile kateter takmışlardı göğsümün en çocuk yerine. Uyandığımda canım çok acıyordu, dünya batıyordu sanki göğsüme. Babam bastırdı acısı dinsin diye. Kateteri taktıktan sonra rahat hareket edemez olmuştum makineye bağlayıp ilaç vermeye başlamışlardı.
Ben kendi işlerimi göremeyince artık babam sağ kolum olmuştu. İki beden tek yürektik belki de. Bir gün babam saçlarımı yıkarken, saçlarım babamın elinde kalmıştı. Babama o soruyu sormuştum. '' Neler oluyor baba? ''Aynayla yüzleşememiştim, utanmış ve bone takmıştım. Hatta saçlarım dökülünce babamda saçlarını sıfıra vurmuştu, oda bone takmıştı. Zordu hastane serüveni... Maddi açıdan epey sarsılmıştık babam yıllarca almak için çabaladığı arabasını benim için satmıştı, manevi açıdan daha zordu, ailemi hiç göremiyordum. Hayatın zorluğunu yaşım çocukken görmek beni epey yormuştu.
Günlerim mutsuz geçerken yeni bir güne uyandığımda karşımda ileride ailem olacağını bilmediğim LÖSEV;balonlarla ve hediyelerle çıkıp gelmişti. O kadar şaşırmış ve mutlu olmuştum ki artık her hafta ziyaret etmelerini bekler olmuştum. Hapishane gibi algıladığım bu odada, bu ağır ilaçların yanında her hafta LÖSEV’den insanlar çıkıp geldikçe artık o şırıngalarda bile umut vardı. Moralim düzelmeye başladıkça tedavi sürecim de giderek iyiye gidiyordu. Büyüyünce anlamıştım bu hastalıkla ilaçlarla değil moral ile savaşıldığını.
Gün geldi ve gökyüzünün mavisine kavuşmuştum. Dışarıda yürümeyi unutmuştum, adımlarım yürümeyi yeni öğrenmiş bir bebeğin yürüyüşünden farksızdı. Ve ben hastaneden çıkıp acemice yürürken elimden LÖSEV tutmuştu. LÖSEV beni hastaneden çıktıktan sonrada bırakmamıştı. Artık hastanede kaybettiğim günleri LÖSEV’le birlikte geri kazanır olmuştum. LÖSEV beni hem sosyalleştiriyor hem de eğitimim için elinden geleni yapıyordu.
Artık yaşım 19 ve LÖSEV benim ellerimden tutup üniversiteye uğurluyor. Ben artık bir LÖSEV genciyim. LÖSEV ile birlikte büyümüş göğsünde kateterin izini taşıyan ve artık LÖSEV için elini taşın altına koyabilen bir LÖSEV genci.
Sizlerde bu lösemili çocuklar haftasında bizim ve LÖSEV’inyanında olun. Bu hafta bizim haftamız, maskemize değil gözlerimize bakın!
Adım Gökhan Altıok, 22 yaşındayım ve aşağıda ki mektubu size yazdım, okumanızı rica ederim.
Bundan tam beş sene evvel İzmir’den Muş’a geldiğimizde hem şehre hem insanlara alışmaya çalışıyordum. Bu dönemde sabahları kalkmaya mecalim yok hep yorgundum, canım hiç yemek istemiyordu. Sabahları uyandığımda göğüs kafesim sızlıyordu ve böyle bir acının tarifi bile yoktu.
Sonra hemen doktora gittik. Hemşireler kan aldı, herkes etrafımda sürekli hareket halindeydi. Doktorun yüzündeki kaygılı ifade iyice keskin bir hal almıştı. Sonuçları sormak ya da öğrenmek istemedim. Ertesi gün dershaneye gittim. Çıktığım her basamak sanki nefesimi tıkıyordu.
Bir anda babam aradı, ”Aşağı in Ankara’ya gidiyoruz. ”dedi. Boğazımda bir şey düğümlenmiş olarak indim merdivenlerden aşağı… Kimse ne olduğunu ve neden gittiğimizi söylemiyordu ama yüzlerinden okuyabiliyordum, kötü bir şeyler oluyordu.
Arabamıza atlayıp, yola koyulduk hemen. Şehirlerarası bölünmüş yollarda karşıdan gelen araçların farları önce büyüyor, küçülüyor ve kayboluyordu sırasıyla. Kendimi olabildiğince yalnız hissediyordum. Sonra bir ses. Nilüfer’e ait.” Erkekler ağlamaz” diyordu. Ben ağlıyordum.
Hastaneye varıp bir sürü tüp kan verdikten sonra doktorun yarı soğuk yarı panik gözlerle bana bakışı ile genç bir doktorun odasına giriyordum. Geçen süreçte hala bu olaylar etrafımda dönüp dururken ben ne olduğunu anlayamıyordum.
“Gökhan ”diye başlıyordu biri. “Şimdi bizim sana vereceğimiz ilaçlar ilerleyen zamanlarda saçlarını dökecek. Ama merak etme, tedavin bittikten sonra saçlarına tekrardan kavuşacaksın.Yok, ben bu süreci görmek istemiyorum diyorsan eğer; bir berber çağıralım. Seni şimdiden bir güzel tıraş etsin. ”diyedevam ediyordu. Saçlarımın kesimini videoyaya aldırıyorumablama. Biraz sonra üzerinde “Kemoterapi Odası” yazan bir odaya giriyordum. İşte o zaman anlıyordum ne olduğunu…
Aylarım o kemoterapi odasında geçti. Hiç bitmez, bitmeyecek bu günler diyordum kendi kendime. Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemisi’ndeki çocuk olmak istiyordum. Bitmek tükenmek bilmeyen bozkırları anımsıyordum. Çocuğun Tank’la olan sohbetlerini özlüyordum. “Bitmez.” Diyordum.
Ben artık iyileştim ve bu süreçte benden desteklerini esirgemeyen LÖSEV’e de teşekkür etmek istiyorum. Yaptığınız bağışların doğru yerlere gittiğini bilmenizi istiyorum.
Sizlerde bu lösemili çocuklar haftasında bizim ve LÖSEV’inyanında olun.
Bu hafta bizim haftamız, maskemize değil gözlerimize bakın!
SAYGI VE SEVGİLERİMLE